Sınırları aşan sesi, yeteneği, hikâye anlatma gücü, kalıpların dışına çıkan repertuar seçimleriyle caz vokal evreninin penceresine konan, rengârenk, ender rastlanan bir kuş. 3 Grammy ödüllü Cécile McLorin, 7 Kasım akşamı İş Sanat sahnesinde şarkı söylerken bizi büyüledi ve ertesi gün kariyerine bir Grammy adaylığı daha ekledi.
Cazın usta isimlerinden Wynton Marsalis’in “böylesi 1 ya da 2 kuşakta bir gelir” diye özetlediği Cécile McLorin hakkında çok şey söylenebilir ve kendisini anlatmaya başlamanın sonsuz yolu bulunabilir. “The Window”, “Dreams and Daggers” ve “For One To Love” albümleriyle peş peşe aldığı 3 Grammy ödülünün ve “WomanChild” albümüyle aldığı adaylığın arkasında dopdolu bir müzikal geçmiş, çok renkli, çok kültürlü bir yaşam öyküsü var.
1989 Miami doğumlu besteci, şarkıcı ve sanatçı Cécile McLorin Salvant, Haitili doktor bir baba ve Fransız öğretmen bir annenin çocuğu. 4 yaşında piyano derslerine, 8 yaşında koroda şarkı söylemeye, ardından klasik vokal eğitimine başlamış. Çocukken dinlediği müzikler, Senegal Griot müziği, Portekiz Fado müziği, Güney Afrika, Haiti ve Karayip müzikleri, R’n’B, hip hop ve cazdan mürekkep, çiçek dürbününü andıran bir liste halinde uzayıp gidiyor.
Cazla buluşma hikayesi ise hayli şaşırtıcı. Hukuk eğitimi almak, barok müziğe eğilmek üzere gittiği Fransa’da kader ağlarını örmüş ve Aix-en-Provence’taki Darius Milhaud Koservatuvarı’nda “tek caz öğretmenim” dediği caz müzisyeni Jean-François Bonnel’le tanışmış. McLorin’in pırıltısını gören Bonnel, tüm caz tarihini önüne yığmış. Ella Fitzgerald, Sarah Vaughan ve Billie Holiday’den başlayarak oradan blues’a ve Bessie Smith’e geçmiş, ardından benim de hep ayrı bir yere koyduğum Carmen McRae ve insan haklarına dair şarkıların kendine has sesi Abbey Lincoln etkisiyle beslenmiş. Bir yıl sonra Thelonious Monk Jazz Vokal Yarışması’nda aldığı birincilikle herkesi kendine hayran bırakacağı caz vokal serüveni başlamış.
İş Sanat sahnesinde piyanoda Sullivan Fortner, kontrbasta Yasushi Nakamura, davulda Savannah Harris eşliğinde dinlediğimiz McLorin, ilk olarak tiyatro yazarı Bertolt Brecht’in yazdığı ve besteci Kurt Weill’ın müziklerini bestelediği Üç Kuruşluk Opera’dan (Die Dreigroschenoper) “bir intikam şarkısı” diye tanıttığı Pirate Jenny’yi seslendirdi. Bertolt Brecht’in asistanlığını yapmış Alman yazar Elisabeth Hauptmann’ın oyunun gölgede bırakılan, gerçek fikir annesi olduğunu ekleyerek, teatral performansını Elisabeth Hauptmann’ın intikam şarkısına dönüştürdü.
Bu hipnotize edici girişin ardından son albümü Mélusine’de yer verdiği Fransız şansonu Il m’a vue nue ve 12 yaşından beri dinlediğini söylediği, Richard Rodgers ve Oscar Hammerstein’ın Cinderella müzikalinden Stepsisters’ Lament yorumundaki güçlü mizah duygusuyla havayı değiştirdi. Çok sevdiğim ve repertuarımda da yer verdiğimden, ilk notalarını duyunca sıçradığım I’m All Smiles yorumu, ritmik oyunlar ve sürprizli phrasing / cümlelemeleriyle bir doğaçlama meditasyonuna dönüştü. Yine Mélusine’den kendi bestesi Fenestra, enfes Rodgers & Hart balladlarından I Didn’t Know What Time It Was ve yine Üç Kuruşluk Opera’dan The World is Mean performanslarıyla ritim esnekliğini ve yorumlama gücünü bir akrobat gibi kullandı hem de her şarkıda bambaşka bir karaktere büründü.
Oz Büyücüsü (The Wizard of Oz) filminden Somewhere Over the Rainbow, Optimistic Voices ve If I Only Had a Brain ile Gregory Porter bestesi No Love Dying medley’iyle bize veda ettiyse de alkış tufanının ardından tekrar sahne alarak seslendirdiği Doudou, konserin kapanışını yaptı.
Çocuksu bir doğallıkla ulaştığı tizler, Sara Vaughan tınılarındaki pesler, entonasyon ve ritim hakimiyeti, sürprizli repertuarındaki kürasyon başarısı, her şarkıyı kendine ait bir hikayeye dönüştürerek yorumlaması McLorin’in süper güçlerinden bazıları. Genlerini aldığı Afrika ‘griot’larının kendi kültürlerinin şarkılarını, masallarını, danslarını kuşaktan kuşağa aktaran bilgeliklerini ve ozanlıklarını (ve hatta rengârenk kostümlerini) sahneye taşıdığına da şüphe yok.
Piyanoda Sullivan Fortner’ın farklı tarzlarda aynı rahatlıkla ortaya koyduğu zengin eşliğini dinlerken o kadar keyif aldım ki bu ikili sadece ballad çalsa hiç sıkılmadan dinlerdim. Downbeat dergisi 2018 Eylül sayısındaki Sullivan Fortner röportajında, McLorin de kendisini şöyle özetlemiş: “Sullivan’ın Amerikan müziği – hatta dünya müziği – hakkında neredeyse ansiklopedik bir bilgisi var. Bir ya da iki kez duyduğu şeyleri ezberler ve hayatının geri kalanı boyunca her tondan çalabilir. Her şarkının sözlerini bilir ve hikayesine katkıda bulunur. Bazen çok karmaşık sololar çalar ama ben hâlâ ritmik ve armonik olarak nerede olduğumu bilirim; yolumu çok kolay bulurum.”
Cécile McLorin’in çok beğendiğim son albümü Mélusine’le aldığı Grammy adaylığı yeni bir ödüle dönüşecek mi ve bu şaşırtıcı kuş bize ne hikayeler anlatacak, zaman gösterecek. Şimdi bu unutulmaz buluşma için İş Sanat’ta teşekkür ederek, rotamızı yeni konserlere çevirme zamanı.