Skip to content Skip to footer
LÜTFEN BU YAZIYI AÇKEN OKUMAYINIZ:

Tat ve Sanat: Lezzetli Resimler

Taksim Meydanı’ndan İstiklal Caddesi’ne doğru yürürken sizi bir lezzet geçidi kucaklar. Osmanlı Saray Mutfağından günümüze kadar ulaşan reçetesi en lezzetli, en renkli yemekler; Mutancana, Mahmudiye, Yufkalı Dörüzziyafe Köftesi, Fodula, Kavun Dolması, Süt kebabı, Akike, Kavun Dolması; şerbetli, sütlü tatlılar, helvalar, metal şişe geçirilmiş döne döne pişirilen et dönerler, ıslak hamburgerler, fırından yeni çıkmış pideler…

Tarihi Çiçek Pasajı’ndan yayılan anason kokusunun üstünü usulca örten Balık Pazarı’ndaki rengarenk meyveler, sebzeler, taze balıklar, mezeler, közde pişirilmiş Türk kahvesinin kırk yıllık hatırı eşliğinde İstiklal Caddesi’nde kıvrıla kıvrıla Tünel’e doğru yürür, Odakule Tramvay Durağı’nın yanında yer alan Türkiye İş Bankası Resim Heykel Müzesi’ne varırsınız.

İşte bu nedenle müzenin konumu itibariyle çok yakın geçmişe kadar “Tat ve Sanat: Lezzetli Resimler” sergisine ev sahipliği yapmış olması bir tesadüf olmasa gerek. Geleneksel yemeklerin yanı sıra, her semte ait sokak lezzetleriyle İstanbul’un yeme içme kültürü; Orta Asya, Anadolu Selçuklu, Arap-Fars ve Bizans miraslarını birleştiren, Osmanlı mutfağıyla zenginleşmiş çok detaylı bir mozaik oluşturur.

Yeme içme alışkanlığının sadece lezzeti işaret etmediğini; kültürel mirasımızın sofraya yansıyan izleri olduğunu çok katmanlı bir dille anlatan sergi, kısa süre önce İstanbul’a veda etti ve artık İş Sanat Ankara Sanat Galerisi’nde. Ancak serginin küratörlüğünü üstlenen Prof. Dr. Gül İrepoğlu’nun aynı adlı kapsamlı çalışması çevrimiçi satın alınabileceği gibi müzenin dükkanında da bulunabilir.

Kitapta İrepoğlu, yemek kültürü ile sanat ilişkisini şöyle anlatıyor:

“Yemek kültürünün sanat yoluyla görselliğe taşınması tarih boyunca gündemde olan bir eğilimdir. Esinlerini verimli topraktan ve denizden; meyvelerden, sebzelerden, balıklardan, onlardan oluşan gıdalardan ve sofralardan alan sanatın açılımları, tat alma duyumuzu harekete geçirmekle yetinmeyip görme duyumuzu besleyen, aynı zamanda bilincimizi doyuran bir şölendir.”

Aslında burada bahsedilen “birleşik duygu” anlamına gelen Yunanca kökenli kelime sinestezi olabilir mi? Sinestezi sayesinde zamanda sıçramalar yapıp tat alma duyusuyla görebilir ya da duyarak dokunabilir miyiz?

“Tat ve Sanat: Lezzetli Resimler” sergisi algımızın sınırlarını genişletiyor; izleyiciyi adeta astral bir seyahate çıkarıyor olabilir mi? İrepoğlu “Tat alma duyusu, sanatın beşinci boyutudur.” diyerek tat duygusunun sanat ile ilişkisini vurguluyor. Hollanda natürmortları üzerine yaptığı yorumda ise “Bir limon diliminin tuvale bırakılmış sarısı, dilin ucunda asidik bir anı bırakabilir.” diyor.

Bazı resimleri izlerken ağzımızda bir tat canlanır. Bu tat bizi William Blake’in Cennet ile Cehennemin Evliliği eserinde geçen şu dizeye götürür:

“Bizi gerçeklerden ayıran algı kapılarıdır.”

Bu kapılar sanat yoluyla açıldığında üç birlik kuralı yıkılır; zaman, mekân, olay birbirinin içine geçer. Zaman sonsuz, mekân kırılgan, olaylar değişkendir.

Bu sergide Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmed Paşa, Selahattin Teoman, Cevat Dereli, Nazlı Ecevit, Eren Eyüboğlu, Hikmet Onat, Hasan Vecih Bereketoğlu ve Mehmed Muazzez gibi Türk sanatının öncü isimleri, zihnimizde açılan bu kapıların anahtarlarını sunuyor.

Tablolarda; kristal kâsede üzümler, Boğaz’dan çıkan balıklar, fırına gitmeye hazırlanan yufkalar, omuzda taşınan fındık sepetleri… İzleyicide uyanan duygular birbirine karışıyor. Bilim insanlarının sinestezi dediği bu çoklu duyum hali, renkleri lezzete, sesleri renge dönüştürüyor.

Dünyaca ünlü sinestetler arasında Kandinsky, Van Gogh, Nabokov ve Baudelaire var. Sinestezide, bir tuzluğa bakan kişi yalnızca formu görmez; ses, renk, koku da algılar. Böylece yepyeni bir duyusal alfabe oluşur. Yusuf Atılgan Aylak Adam’da “Her gün bir öncekine benzer.” derken, Bilge Karasu Gece’de “İnsan yaşadıkça değil, alıştıkça eskir.” diye ekler. Sait Faik ise hayatın sıradanlığını bile lezzet duygusuyla dönüştürür.

“Tat ve Sanat: Lezzetli Resimler” sergisi, bu algı sınırlarını aşarak yeme kültürü üzerinden yeni ufuklar açar.

Sergide natürmortlarıyla bilinen “Kadıköylü” Mehmed Muazzez “Meyveler ve Yemişler” işiyle öne çıkar. Üzüm, nar, incir gibi meyvelerin gerçekçiliği; ışık-gölge oyunları ve sıcak renk paletiyle birleşir ve Osmanlı sofralarının izlerini taşır.

Nazlı Ecevit’in “Hamur Açan Kadınlar”ı ise Anadolu kadınının emeğini, kültürel ritüellerini, toplumsal belleği görünür kılar. Halil Dilmen’in “Fındık Toplayan Kadınlar”ı tarım kültürümüzün kadın merkezli yapısını yansıtır.

Pazaryerleri, elmalar, kahvehaneler, mutfaklar, lokantalar, sokak satıcıları… 58 eserlik bu seçki kültürel dönüşümleri, gelenekleri ve toplumsal hafızayı sergiliyor.

Algı kapılarını açan bu sergi, duyuların iç içe geçtiği zengin bir yolculuk sunuyor. Prof. Dr. Gül İrepoğlu küratörlüğündeki “Tat ve Sanat: Lezzetli Resimler” sergisi, 16 Eylül 2025’ten itibaren Ulus, İktisadi Bağımsızlık Müzesi bünyesindeki İş Sanat Ankara Sanat Galerisi’nde ziyaret edilebilir.

Ege Işık Özatay – isik.ege@gmail.com